19 Haziran 2008 Perşembe

Cunda

Cunda Adası
Dünyadaki cennet Cunda Adası. Daha önce hakkında çok şey duyduğum bu ada içinde bulunduğum her dakika beni büyüledi. İki günlük unutulmaz Cunda adası gezimi sizlerle paylaşmadan edemiyorum.
Cuma günü akşamüstü işten çıktıktan sonra saat 19.00 gibi İzmir’den Cunda’ya doğru yola çıktım. Sonunda fırsat bulabilmiştim ve bu cennetin güzelliklerini yaşamaya hazırdım.İlk olarak Ayvalık’a vardım. Ayvalık’tan Cunda adasına karayolu bağlantısı vardı. Sonradan öğrendim ki yıllar önce bu adaya sallarla gidiliyormuş. Tabi ilerleyen teknolojiyle birlikte motorlarla ulaşıma geçilmiş. Yinede kış koşullarında hastane vb. ihtiyaçları karşılamak, çocukların okula gidip gelmesi zor oluyormuş. 1966 yılında ise “Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü” ile adaya karayolu bağlantısı sağlanmış. “Türkiye’nin ilk boğaz köprüsü” yazısını gördüğümde inanılmaz şaşırdım. Boğaz köprüsünü sadece İstanbul’la özleştirdiğimizden içimi garip bir his kapladı.Saat 21.00 civarında Cunda’ya vardım.
Bu küçük adada birçok otel var. Ben de bu otellerden biri olan eski taş ev görünümü verilmiş “Deniz Otel’e” geldim. Odama yerleştikten sonra saatlerdir süren açlığımı gidermek üzere otelin restoranına yöneldim. Deniz ürünleri ağırlıklı bir yemekle karnımı tıka basa doyurdum. Çok yorgun olmama rağmen muhteşem manzarayı bırakıp uyumaya gidemedim. Tam 2,5 saat boyunca deniz kenarında oturup temiz havada eşsiz bir manzara izledim.Bu 2,5 saat; tüm yorgunluğumu, stresimi, dertlerimi alıp götürdü. O anki huzurumu anlatamam.İstemeye istemeye uyumaya çekildim. Çünkü sabah erken kalkıp güzellikleri doyasıya keşfetmeliydim.
Cumartesi sabahına meşhur Taş Kahve‘de Ayvalık tostu yiyerek başladım. Denizin sabah güzelliğine tanıklık ederken bir yandan da çayımı yudumluyordum.Taş Kahve’de otururken Cundalı birkaç kişiyle sohbet etme fırsatım oldu. O anda Cunda halkının sıcak mizacıyla tanıştım. Gerek kendilerine has konuşma tarzlarıyla (Konuşmalarında Girit şivesinin izleri yaşıyor) gerekse içten tavırlarıyla beni çok etkilediler. Yerel halkın çoğu mübadele esnasında Midilli, Girit veya Resmo’dan Cunda’ya gelmişler. Sohbet sırasında Cunda hakkında da pek çok bilgi edindim.Daha sonra Taş Kahve’den kalkıp Cunda’nın ara sokaklarını keşfetmeye koyuldum. Rumlardan kalma müstakil taş evlerin görkemli mimarisiyle adeta geçmişe yolculuk ediyordum Rum evleri‘nin arasında. Burası özlemini çektiğim, hayalini kurduğum sıcacık bir ortamdı. Cunda’ya birkaç günlüğüne tatile gelip sonra buraya yerleşmiş olan insanları çok daha iyi anlıyordum artık. Çünkü buranın büyüsüne kapılmamak imkânsızdı. En zoru da bu büyülü yeri bırakıp gitmesiydi. Cunda’yı görseniz buraya yerleşmiş olan sanatçılara, bilim adamlarına mutlaka siz de hak verirsiniz. Burası tam bir ilham kaynağı. Burası tam bir huzur diyarı.Rumlardan kalmış olan ve hala ayakta duran Taksiyarhis Kilisesi de çok ilgimi çekti. Bu kilisenin içindeki süslemeler insana çok şey anlatıyor ve bu büyük yapı adeta tarihe meydan okuyordu.Bu arada Âşıklar Tepesi’ne doğru adım adım ilerlemeye başladım. Buraya vardıktan sonra gördüm ki cennet ayaklarımın altındaydı. Bu tepeden Cunda’nın dört bir yanını görmek mümkündü.Bu gezintimden sonra otelime döndüm. Serinlemek için biraz denize girdim. Öğle yemeği için de Hotel Ezer’i seçtim. Menüde balık çorbası ilgimi çekti. Bu çorba adada denediğim güzel tatlardan biriydi.Yemekten sonra fenere balık tutmaya gittim. Buradan gün batımını izlemek de ayrı bir keyif verdi bana.Akşamüstü deniz kenarında otelime dönerken çok eski bir yapı dikkatimi çekti. Sanırım sadece bu eski okul binasını izlerken on beş dakikamı harcadım. Tabi buna harcamak denilirse.Otele dönünce deniz manzarasının keyfini sürmek için sahilde oturdum biraz. Bu sırada otel sahipleri konukseverlikleriyle beni yalnız bırakmadılar. Gerçekten buradaki insanların sıcaklığını içtenliğini hemen hissedersiniz. Doğallığını yitirmemiş insanları görmek beni çok mutlu etti.
Akşam yemeği için Cunda’nın ünlü restoranlarından birini seçtim.Ayvalık zeytinyağını duymamış olan yoktur. Zeytinyağının en hası buradadır. Sırf bu yüzden bile adada yaşayanlara tatlı bir kıskançlık duydum. Çünkü yemeklerde bu eşsiz yağdan başka bir yağ kullanılmamaktadır. Belki de buradaki insanların uzun ömürlü olmasının iksiri budur.(Gerçi bunda havanın etkisi de yadsınamaz)İşte bu zeytinyağı, yediğim her mezede, salatada, balıkta kendini hissettirdi. Girit usulü ot çeşitleri (radika, istifno, turp otu), türlü türlü mezeler, kalamar, ahtapot, yengeç gibi deniz ürünlerinin değişik lezzetleri, balık yemekleri ve sayamayacağım birçok lezzet ancak yerinde tadılarak anlaşılabilir.Yemeği yedikten sonra yine dolaşmaya koyuldum. Dolaşırken aklım tatlı bir şeyler yemekte olduğundan birçok tatlı seçeneği fark ettim. Meşhur sakızlı dondurma, ada lokması bunlardan birkaçı. Özlemiş olduğumdan benim tercihim waffle yemek oldu. Tatlımı da yedikten sonra canlı müzik yapan bir bara girdim. Belediyeden izin alabilenler arka sokaklarda böyle cafe-bar tarzında mekânlar açmış. Cundalı gençlerin düzeyli olmaları ve modernlikleri dikkatimden kaçmayanlar arasındaydı.Ne yazık ki canlı müzik keyfimi çok uzatamadı; çünkü ertesi gün erken uyanmam gerekiyordu.Cunda’da Özel yatlar, kişi başı fiyatla günlük olarak kiralanıyormuş. Ben de kaldığım otelin ortaklarından Salim Ezer’in yönlendirmesiyle bir yat gezisine dâhil olmuştum.Pazar sabahı tatlı bir serinlikle uyandım. Adanın nefis tulum peyniri ile harika bir kahvaltı yaptıktan sonra hemen tekneye gittim.Deniz üzerinde, tek kelimeyle muhteşem bir gün geçirdim. Gün boyunca fotoğraf makinesini elimden düşüremedim.Cunda’nın esas doğal güzelliklerine bu yat gezimiz esnasında tanık oldum. Tertemiz deniz ve küçük adacıklar bakir bir güzellik oluşturuyordu. Gerçekten kendine has doğası olan bir memleket burası…
Adalar denizin her yerine serpilmiş durumdaydı. Biz bunlardan Hasır ve Maden adasına çıktık.Gün boyu yaşadıklarımı anlatmam çok uzun sürer; ama şunu söyleyebilirim: ”Dünyadaki cenneti görmek için mutlaka adalar turuna çıkınız.” Masallarda anlatılan diyarları görüyormuş gibi olacaksınız…Akşamüstü otelime döndüğümde hala gördüğüm güzelliklerin etkisindeydim. İşte en zoru da bu cenneti bırakıp gitmekti. Ne yazık ki kısa tatilimin sonuna gelmiştim. Saat 21.00 gibi İzmir’e doğru yola çıktım. Artık her fırsatta bu büyüleyici yere gelecektim, bundan emindim.Kesinlikle şunu belirtmek isterim: Cunda keşfim; tarihi dokusuyla, bakir güzellikleriyle ve diğer harikalarıyla, unutulmaz anılarım arsınsa yerleşti.Cunda Adası
Ayvalık 2007 / Gökhan KÖŞNEK

Hiç yorum yok: